Yasa’nın[1] adları ve görünümü, bugün vardığı durakta aldığı soluk ile varmanın aslında bir son olmadığını göstermiştir. Vahiy dinlerin açtığı alan, inanç ile birlikte, düşünce üzerine farklılıklar doğurmuş ve bu fark ile kendisini bir türlü tatmin edemeyen soy[2] yani -insanoğlu, tatmini gerek kendi gerek topluluğun; -yasakların bütününe tabii olabildiği vakit bir şeylerin ya da peşine düştüğü keyfin orada olabileceğini düşündürmüştür. Bulduğunu ya da bulacağını düşündüğünü şeyin ne olduğunu değil, benim başlayabildiğim yani aldığım ilk solukla; soyun peşinde olduğu -şeyin, nasıl arayışta olduğunu ve arayışın nasıl şekil aldığını, Yasa ile gelen yasakların kabulü, Yasa’nın dil ile kurduğu diyalogla, kusursuz bir beklentinin ve kusursuzun olamadığı yeri kusur ile nasıl doldurduğunu irdeleyebilmek ya da bulduğum ilk toprak parçasını sonunu bilmediğim bir çukurmuşçasına kazmak. Yasa, bir bileğe ait olan parmakların ve o bütünün sahip olduğu tinin, kurduğu sembolikte yine bir dil ile nasıl bugün dahi konumlanabildiğini düşünmek üzerine giriştiğim, arayışımı Musa’nın yazmış olabileceğini kabul ettiğimiz Kutsal Kitap’ın ilk beş kısmı üzerine kaçak bir yol bildim, bildiğimi farz ettiğim yoldan kendi ayak izlerimi daha önce kendi yarattıkları yolda ilerleyen başka -düşüncelerle gizledim.
“Yasa, ‘ben ben’im dedi.”[3] Birden fazla adı ve görkemi olan Yasa, verdiği vaatlerle bir soyu yüceltip, kendisinden olmayanlara gazap getirmekle mükellef. Asasız Elçi’yle[4] Mısır’a giren soy, zamana yenilip ilkin Yasa’yı sonra Ata’larını unuttu ta ki Musa ile tekrardan Yasa’nın adını anana dek, Asasız Elçi’nin ölümü ile değişen -öteki yasa, Soy’a zulüm edip Soy’u köleliğe mahkûm koştu, Mısır’dan Çıkış’ta anlatılmak istenen bu süreç, Sina dağında yapılan anlaşmaya kadar denk düşer. Yasa, emir buyurandır. Olabilecek ihlali bilmeyen ve ihlale göre yasayı değiştirebilen kudrettir. On Emir’den oluşan ve günümüze denk şekil alan emir, Sina dağında Musa ile bizlere ulaşmış; kültür, politika, soy gibi başlıca temel noktalara şekil vermektedir. Yasa, kıskanç bir yasadır. [5]
Yukarıdan inme bir sistemle, inşa edilmeye çalışılan yasa (kurallar, yasaklar, emirler) birçok yanlışlara yol aç, yerleşim yerlerinde zorluklar doğurup; anlaşmazlık, ayaklanma gibi eylemlere götürecek. Var olan -unutulmak istendiğinden Soy, en ufak zorlukta geldiği noktayı anımsatıp “keşke” ile kendini orada konumlandıracak. Mevcut uygarlığı yok sayıp, yeni bir uygarlığa görkem ve ceza ile adapte sanıldığın aksine yıkımdan öteye gidemeyecek. Suç/ihlal dediğimiz istenmeyen davranışlar hatta düşünceler bağışlanmak ve öldürülmek üzere kurulup daha sonra -ölümün ötesini işaret edecek. Bağışlanmanın yolu ise Kıskanç Olan’ı tatmin etmekle yeterli kalmayıp ancak bir kefaret ile bağışlanmanın koşulu olacak. Kıskanç olan Yasa, adak talep edecek. Kusursuz adaklar. Buradaki kusur, verebileceğinin en iyisi -O’na verebileceğin- ötekine değil, sadece ona verebileceğin en iyisini göstermekte. Her ihlalle doğan bedel değişmekte ve bazen tahıl, kumaş, para yahut yaşam olabilmekte ama -kusursuz. Eğer -kusuru eksik diye okursak, eksik bir nesnenin bizzat sahibi tarafından kabul görmemesi, aracının inançsızlığından mı yoksa bizzat sahibi ve yaratıcısı olanın o eksikliği tamamlayamayacak olmasından mı kaynaklanır.
İnanç -hep olmayıp çoğunlukla radikallik doğurur. Bu radikalleşmenin vereceği cevap, nesneyi bizzat sahibine ve yaratıcısına teslim eden aracının inançsızlığı gibi bir görüş düşünmekten alı koymaz. Kusur bir eşya olduğunda bu çıkmaza verilebilecek her cevap, başka bir cevabı doğurup bizi düşünmekten alı koyacaktır. Çünkü “Ben benim.” kudretli ve görkemlidir. İşaretlenen kusur[6], dışarıda bırakılıp -her şeyin kudretine ait değildir. Eksik nasıl bir bütüne ait olabilir? Kusur, kusursuzluğa gölge getirir, bugün ötekileştirirken yaptığımız gibi ilkin biz diye bir argüman üretip daha sonra -bizden olmayanları dışarıda bırakmalıyız ve bizden olmayanlar öyle bir konumda durmalı ki üretecekleri antitez bizi teğet geçmeli. Böylelikle kusur soya, kusursuzluk Yasa’ya olmalı. F. Kafka’nın “Yola çıkış” adlı öyküsünde şöyle bir cümle kurar, ölü der ki “…Hep buradan başka bir yere, ancak öyle ulaşabilirim hedefime.” Hedefi ise öykü boyunca eksik bırakılır, F. Kafka’nın eksikliği doldurabilecek yetisi olmadığından değil, insan olduğundan ya da önemli olan zati -yolda olmak olduğundan. Uzaklık ya da varmak, varabilmek bir son mu yoksa yolda oluyor olmak mı? Musa ile beraber Mısır’dan ayrılan soy tam kırk yıl yoldaydılar. Burada çoban bir bulut, bulut durduğu yere kamp kurup, hareket etmesini beklediler. O gün Mısır’dan ayrılan soyun hiçbiri vaat edilen toprakları göremedi, lanetlendi. F. Kafka’nın öyküsünde bir türlü hedefine varamayan ölü gibi.
Yasa tarafından hiçbir hususta engel teşkil etmeyen -hatta birisini ya da birden fazla kişiyi öldürmek dahi olsa buyruğa aykırı olamaz. Lakin Yasa’nın onaylamadığı, kabul görmediği vakit bu kötü sonuçlar doğurup -ki sonuçlar ön görülse de- yenilgi yine Yasa tarafından tayin edilmiştir. Yasa’nın gözü görür, kulakları işitir. Yasa merhamet eder, ama Yasa’ya tabii olanları. Yakıp-yok[7] eden aynı zamanda yoktan var etmişken, onların kendi kaderlerini tayin ettiği ve mümkünlüğün kıyısında Yasa kendisi için öteki yasanın ol(a)mayacağını dil ile iletir. Bu buyruk, Musa’nın dağdan inerken Altın Buzağı’ya[8] tapan insanlarını görünce kenara fırlattığı -iki taş levhaların kırılmasıyla son bulur. Her tekrarda doğan fark yasaya bağlılığı azalttır. Öyle ki Yasa’ya bağlı olmanın bedeli -senin olanken, Yasa’ya aykırı olmak -senin ama asıl o’nun olan yani varlığınla ödendi.
Yasa’nın bu ikircikliği, seven ama cezalandıran yapısı -sözünden geri tutmuyor. Musa’ya öleceği havadis edildiğinde -Musa inancından vazgeçmek, sırt çevirmek yerine bağışlanmak istiyor, -koşul ile, şart koştuğu, Yasa’nın ona söz verdiği topraklar ama bu koşul, bakış ile sınırlandırılıyor. Pisga[9] dağının tepesinden inancın getirdiği ama eksik getirdiği, bakış ile sınırlandırdığı mükafatı. Musa’yı elçiliğinden aforoz eden ikinci vuruş -neden yapıldı, görkemine yüzlerce kez şahit olunan Yasa -neden şüpheye yer açtı. Musa’nın direnci kendi arzusunaydı, hiç bilemeyeceğimiz o arzusuna. Bu arzu Yasa’nın “ben- benim” ile yer açmış ve Musa’nın kabul gördüğü her ceza elinde tuttuğu asayla halkına, halkından olmayana verildi. Şüphe belki hep vardı, başlangıçtan itibaren, -ilkin.
Vaat, koşulan şart -sonrasının varılacağı keyfi gösterir, gösterilen bu diyalekte gösterenin yani Yasa’nın buyruğu ile aç kalan Soy’un yine Yasa tarafından kırıntı[10] ile varılacak keyifi erteler. Vaat, değişkendir, duruma göre alınan şekil sunulacak olanı değil, sunulanı -alacak olanı değiştirir. Platon’un “Şölen” eserinde; aşığı olduğu beden çiçeğini, Soy olarak okursak, Yasa’nın adıyla verdiği söz ve vaatler Platon’un değindiği gibi beden çiçeği sararıp, solduğunda söz ve vaatler uçup gider. Burada solmak, yozlaşmaya -ki bu Yasa’ya göre- yüz tutmuş toplumun güdüsel bir itkiyle Yasa’nın yasasına göre mevcut olan sapkınlık, onları ilkin sahip olduklarından eksik bırakmaya, sonra toplumun yirmi yaş üstündeki herkesin ölümüne ve onlar ölene kadar verdiği vaat ve sözler askıya alınır. Yasa’nın, Musa üzerinden soya aktardığı yasalar onun arzusu yönünde -ki bu arzunun ne olduğu şüphesiz şaibeli bir konumdadır. Platon’un[11], iyi huylu birisine yani Yasa’ya tabii olunsaydı vaat yerini bulur muydu? Yeni bir elçiye ihtiyaç duyulmaz mıydı? Elçinin görevi muktedir olduğu mesajı aktardığı Soy’a -eksiksiz aktarabilir miydi? yoksa Musa’nın arzusu olmadığı için hep -bir eksik mi konumlanacak.
Meçhul bir ölümün sorumluluğu muallak olsa da bağışlayıcı olan Yasa, yapılması gerekenleri olacakmış gibi varsayıyor ya da olmuş olanı geçmiş zamandan alıp geleceğe dikiyor. Başkasının suçu Soy’a ceza olmasın ya da başkasının eylemi Yasa’nın dışında bırakılmamak için emir bile tayin ediliyor. Aşkın olabilir ama -Ben görmezsem, -kapıdaki görür ve müdahale eder, işlemediği suçun sorumlusu olmayabilir lakin Yasa’yı anımsamak sorumluluğundadır. Vahiy dinler nedensellikle dikilmiş gösterişli bir kaftan elbisedir. Yasa açık olmayabilir onun yerine tıpkı Kafka’nın öyküsünde olduğu gibi bir kapı bekçisi ve onun engin bilgisi mevcuttur. Bir ihlal var ise cezası kaçınılmazdır. İhlal özne, nesne, olgu ya da zamanına göre değişkenlik gösterirken ceza aynı paralellikte izler. İhlalin boyutu cezasının ağırlığına her zaman denk düşmez, tecavüze uğrayan kadın bakire ya da nişanlı gibi tabulara bağlı olarak para, ömür boyu evlilik yahut ölüm gibi sonuçlar doğurur. Ahlak filizlenir, köken bırakır ve şahit olan soy bunun üstüne inşa eder. Yükselen bir şey varsa alçalan mutlaka bir şeyler vardır. Cezanın caydırıcılığı olmadığından -olabilecek ihlal bir rivayet gibi dile getirilir ve cezası katı ve serttir. Öldürülmek ile taşlanarak öldürülmek arasındaki fark ahlakın uçsuz gölgesiyle taçlandırılır. Gölgenin serinliğinde insanı boğan büyük ihlaller; Yasa’yı yok saymak nedenselliğin açık bıraktığı kapıdan, şüphe sokar; Musa’nın kayaya bir kere değil iki kere vurması gibi.
Bilgi üzerine Hegel, hedefin gerekli olduğu gibi, ileriye doğru bir gidişin gerekliliğinden söz eder. Yasa ilkin Mısır’dan çıkmayı buyurur daha sonra on emir ve toplumsallaşmanın getirisiyle genişleyen yasa kaçınılmaz olarak nüfus eder -günah işlenebilir ve günahın günah olduğunu söyleyen yasa artık buna muktedirdir. Hedef bir soyun birlikte yaşamak ve kim için yaşadığını hatırlaması, aklından çıkarmaması hatta bunu sembolikte ayraç misali yerinin çok önceden ayrılması. Sünnetin gerekliliği gibi kuşku götürmeyen inanç, kendisinin ötesine geçmekte zorunluluk hissetmemekte, sünnet edilen kendisinden alınan bedelin bir antlaşma olduğunu unutsa da yapılan eylem kendisini bir ileriye taşıyacaktır. Hatta günümüzde sünnetin gerekliliğini teolojiden alıp tıp ile doldurulmaya çalışan gedik, varılmak istenildiğinden değil çok öncesi uyduğu antlaşmanın zorunluluğunu herkes tarafından bilinmesi istendiğinden. Yasa anımsamakla mükellef, emsal olayların yaşanmaması için yapılan antlaşma -sünnet babasının suçunu oğlundan ve onun oğlundan hayatıyla gasp edebilirken suçun içeriğini açarak -suç değil ama en az suç kadar suç olan günah ile bunu herkesin kendi günahının cezasıyla sınırlandırır. Hegel’in hedefin ilerleyişi ve daha önceki hiçbir durakta bulamadığı tatmini, yasa kendi tarihiyle yazar. Adem gibi Soy’da suçludur ve suçunun günahını birçok kez -yok oluşlarıyla ödemiş ve bunun tekrarlanmayacağını ön koşmuştur. Koşulların getirdiği olay yasanın çelişkisiyle -tekrarlanma zorlantısına girer ve tatminsizlik elçi üzerinden kurulan Yasa’nın görkemiyle kuşanır. Temsil üzerinden elçiye verilen -yazı, ilkin kendisinden başka bir yasanın mevcudiyeti olamayacağı, olsa da bunun yasak olduğu. Yasa bir başka yasayı yasaklar. Hedefin gerekliliği vaat edilen topraklarla fısıldanır, fısıldanır ama söylenmez. Fısıltı varsa fısıltının utanç nesnesi vardır o da imkansızlığın, uzaklığın ya da yola çıkarken varılacak yolun aslında hiç olmadığı gerçeği. Hala mevcudiyetini koruyan bu fısıltı Yasa’nın sözüyle değil Yasa’yı tanımayanların şahitliği ile gerçekleşmeye çalışıyor.
Varlığın aşikâr olduğu dil ile farklılaşsa da bir şekilde varılmak istenen ya da edinilen dert, söylenmekten geri kalmadığı bir -şey varsa bulunduğu konum. İnanç farklılaşabilir, yerine koyduğu efendi, farklı isimlere sahipken söylem; dikmeye çalıştığı boşluğu sürekli ıskalar. Koskoosh’un[12] diktiği boşluğun adı Doğa’ydı. Doğa’nın verdiği görevin ihlali ölümdü. Koskoosh’un ölmeden evvel emin olduğu ise görevi yerine getirince de bir şey olmuyor, yine ölüyordu. Yasa’nın aldırdığı yoktu; bir sürü boyun eğen vardı ona, ama burada önemli olan boyun eğmenin ta kendisiydi, boyun eğen değil. İhlalin gerçekleşeceği mümkünken ihlal edenin başına gelecek olan ihlal etmeyip kusursuz şekilde tabii olan ile aynı iken Yasa’nın varlığını anlamlandıran boşluğun kendisi. Yasa, seni kendinle gözetmek ister, kendi dilinle itiraf etmeni hatta kendi elinle kendini ele vermeni. Bildiğini -bildiğimiz halde birtakım ritüellerle bunu tekrarlarız, günah çıkaran bir kişi gerçekten bağışlanmak mı ister? Yoksa zaten Yasa’nın bildiğini yine elçi aracılığıyla Yasa’ya haykırmak mı? Haykırış, ocakta ısınmış bir tavanın üstüne pişen keyif değilse en azından ne pişeceğini düşlediği bir durumdur. Yasa’nın aldırmayışı öncesinde bahsettiğim -ertelemenin aynı vaat gibi cezasını bir başka zamana erteler -şimdi değil, ahiret gibi bir inancın doğuşu bu denli bir çıkmazı kapatırken nasıl mantıksız olabilir. Soy, daha sonra şüphesiz, kendini bu ertelemenin doğuracağı ihlallere karşı, bilirkişisi bir başkasıyla olmayan -hatta Yasa’yı dışarıda bırakmanın mümkün olabileceği- duvarları sert ve asla kaçamadığı vicdanı yaratmıştır.
Kaynakça
- -Freud, S. (2013). Haz İlkesinin Ötesinde. Metapsikoloji içinden. (E. Kapkın, A. Tekşen Çev.) İstanbul: Payel Yayınevi.
- -Freud, S. (2016). Musa ve Tektanrıcılık. Dinin Kökenleri içinden. (S. Budak, Çev.) İstanbul: Öteki Yayınları.
- -Hegel, G. W. (1986). Tinin Görüngübilimi. (A. Yardımlı, Çev.) Ankara: İdea Yayınları.
- -Kafka, F. (2018). Yasanın Önünde. Ceza Sömürgesi ve Diğer Hikayeler içinden. (H. Yurtdaş, Çev.) İstanbul: Encore Yayınları.
- -Kafka, F. (2017). Yola Çıkış. Bir Kavganın Tasviri-Anlatılar II içinden. (T. Turan, Çev.) İstanbul: Can Sanat Yayınları.
- -Kutsal Kitap. (2008). İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları.
- -London, J. (2015). Hayatın Kanunu. Midas’ın Müritleri içinden. (F. Öz, Çev.) İstanbul: Kırmızı Kedi.
- -Platon. (2016). Şölen. (E. Çoraklı, Çev.) İstanbul: Alfa.
- -Žižek, S. (2018). Şiddet. (A. Ergenç, Çev.) İstanbul: Encore Yayınları.
[1] Kutsal Kitap’ın aktardığı dilde Rab, Tanrı, Eloha, Elohim ya da Freud’un (2016) deyimiyle: “… onları Mısır’dan çıkaran görünmez bir tanrı değil Musa denen adamdır” sadece Musa işaret edilmektedir.
[2] Yazının bütününde İsrailoğulları, Topluluk ya da İsa sonrası kabul görülen İnsanoğlu terimi yerine Soy tercih edilmiştir.
[3] Mısır’dan Çıkış 3:14, Tanrı, “Ben Ben’im” dedi, “İsraillilere de ki, ‘Beni size Ben Ben’im diyen gönderdi.’”
[4] Yusuf’un duruşu bir muallaktadır, Asa burada atalarının ve sonrasının taşıdığı Yasa’yı işaret etmektedir. Asanın eksikliği: Yusuf’un, Musa gibi kendi kanunlarını dayatmaması ya da hali “hazırda içinde olduğu yasanın varlığını kabul görmesinden dolayı.
[5] Mısır’dan Çıkış 20:3, “Benden başka tanrın olmayacak”, Çık. 20:4, “Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın.” Çık. 20:5, “Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım…”
[6] Levlililer 21:18, “Kusurlu olan, sunağa yaklaşamaz. Kör, topal, yüzü arızalı, organlarından biri aşırı büyümüş, kolu veya ayağı kırık, kambur, cüce, gözü özürlü, uyuz, yarası kabuk bağlamış ya da hadım.”
[7] Yas. 4:24, “Çünkü Tanrınız RAB yakıp yok eden bir ateştir; kıskanç bir Tanrı’dır.”
[8] Mısır’dan Çıkış 32. Bölüm
[9] Ürdün’de bulunan Nibu Dağı
[10] Kırıntının burada temsili bütünün az bir parçasını; Kutsal Kitap’ta vaat edilen toprakların sonsuz tahılını ve meyvesinin gölgesini Yasa tarafından çölde seyir halinde olan Soy’a azar azar verilmesini işaret etmektedir.
[11] “İyi huylu birine âşık olansa kalıcı olanla kaynaştığı için ömrü boyunca böyle kalır.”
[12] Jack London’un yarattığı bir karakter.