Bir yazarın eserine katabileceği her şey “kendisiyle” ilişiktir. Bunun mümkünlüğü nasıl kılınmaktadır? Makale, deneme yahut bir derleme olsun, yazarın ele aldığı her şey kendi okumasından -süzgecinden- geçer. Bu sebeple geriye kalan her şey artık yazarın değil, metni çalışan okuyucunundur. Ancak sanıldığının aksine bu durum kolay değil, en zor şeydir. Daha evvelinde ele aldığımız bir çalışmada[1] buna üstün körü değinmiştik. Bu çalışmada Dante’nin İlahi Komedya adlı eserini odak/adak[2] alarak birçok sorumuza, meramımıza yanıt arayacağız. Bu yanıt arama gayesi kimi okur için keyif verici bir olay iken kimi okur içinse “yazılmış bir metin” olmaktan öte bir şey olmayacaktır.
Dante Alighieri’nin biyografik bir çalışmasını derlemek gibi bir gayemiz yok. Bu konuda yetkin olmamakla beraber, bunun gerekliliğine dair şüphelerimiz var. Bunlardan ilki yazara dair bildiklerimiz, diğeri ise maksadımız. Eser odaklı çalışmalar, okumamıza dair kanıtlar sunmak için çarpıttığımız sahici şeylerdir. Bu çarpıtmanın gerekliliği ise kanıtlara başvuran yazara aittir. Ve bu ayrı bir tartışma konusudur. Sahici derken kastımız ise ne gerçeği iddia etmek ne de farazi bir alan açıp o alanda at koşturmaktır. Kastımız, düşüncelerimizi dile getirmektir yahut başka bir söylemle ifade etmek gerekirse; kelamımızı okunabilir kılmaktır.
Girizgâh
Cehennem (Alighieri, 2017)[3] 1/1 “Yaşam yolumuzun ortasında/karanlık bir ormanda” şeklinde başlar. Bu yarısı olan yaşam yolu, eser için gebe konumundadır. İki türlü okuyabiliriz; ilki kendisine toplam olarak pey biçtiği yaşın yarısı, diğeri ise birazdan dahil olacağı -ancak bir yaşayan olarak- yolun kastı. Her iki durumda da işaretler bizi ölümle ilişik bir konuma sürükleyecektir. Şöyle düşünürsek -ki düşünmeliyiz- yaşıyor olmanın vurgusu ölümü akılda tuttukça kıymetlidir. Lacan’ın 1975’te verdiği Louvain Konferansı’nı[4] anımsayalım;
“Ölüm, inanç alanına aittir. Öleceğinize inanma konusunda haklısınız. Bu, sizi ayakta tutar. Eğer buna inanmasaydınız, sahip olduğunuz hayata katlanabilir miydiniz? Ölümle hayatın biteceği kesinliğine güçlüce bel bağlamazsak, tüm bunlara nasıl katlanabilirdiniz? Yine de sadece inanç eylemidir bu. Ve bunun en kötü yanı, bundan emin olamamanız.”
Ölümün ait olduğu inanç alanını farklı perspektiflerden okumak mümkün. Bunlardan ilki Epikurosçu bir bakış açısıyla ölüm ile yaşamın asla sırt sırta verememesidir. Eğer biri mevcutsa diğeri orada değildir. Bu söylemin kökenine maalesef mevcut çalışmalarımızın yetersizliğinden dolayı inemiyoruz. Ancak bizi bu çalışma kapsamında bu kökene inmekten alıkoyan başka bir mesele ise Dante’nin bu görüşe yatkın bir felsefesinin olmayışındandır. İlahi Komedya’nın Cehennem 10/13. dizesi[5], “Epikuros’la onun yolunu izleyenlerin/ruhun da vücuda öldüğü söyleyenlerin/mezarları şu köşede.” şeklindedir. Dante’nin ruh ve beden anlayışında ölümün yeri kati suretle bedenle ilişiktir. Ancak unutmamamız gereken bir şey vardır; ahir zamanın sonunda ruhlar, ölü bedenlerine dönecek ve tekrar dirilecektir. Dante, Cehennem 13/103’te “kalıplara” dönmekten bahseder. Yani yeryüzüne geri dönen ruh bedenine/kalıplarına dönecektir, ancak onları (bedenleri) giymeyecektir. Bu sebeple “ölü” vurgusu yerindedir. Ayrıca Dante’nin “asıl ölüm” olarak nitelendirdiği ikinci bir ölüm[6] de mevcuttur. Rekin Teksoy’un düştüğü dipnot[7], “Ruhun ölümü; asıl ölüm” şeklindedir. Ve Kutsal Kitap Vahiy 20/6’ya gönderme yapar. Vahiy bölümüne bakmadan evvel ilk aklımıza gelebilecek iki soruyu yazılı olarak kaydetmemiz gerekir. Bahsedilen asıl ölüm ruhun tümden yok oluşu mudur yoksa sonsuz ıstıraba[8] maruz kalması mıdır? Kutsal Kitap (2018), “İlk dirilişte payı olan mutludur, kutsaldır. İkinci ölümün onlara etkisi yoktur.” alıntısı ile vurgulamak istediğimiz şey Rekin Teksoy’un dipnotundan ilk çağrıştırdığımızla çelişmektedir. “Etkisi yoktur” ile kastedilen onların hali hazırda zaten sonsuz ıstırap içinde olmalarıdır. Ayrıca bir başka kanıtımızsa, Cehennem 6/94 ila 112 arasındadır; Vergilius, Dante’nin ahir zaman sonrası, ruhların çektikleri ıstırapların sonuçlarına dair meramına cevap verir: “Bildiklerini düşünsene/bir nesnenin kusurları eksildikçe/aldığı tat da duyduğu acı da artar, bilim böyle der.” Buradan anlıyoruz ki asıl ölüm ile kastedilen mutlak bir yok oluş değildir. Aksi halde bahsettiği durumu başka türlü izah edemezdik. Son kanıtımız ise yukarıda izah ettiklerimizle beraber Sevinç Elpida Kara’nın (Alighieri, 2020) Cehennem 1/115’e düştüğü dipnot[9] bizi asıl ölümün ilk çağrışımından tümden uzaklaştırır.
Lacan’dan yaptığımız alıntıya dönmeden evvel okuyucuya bir detayı daha bildirmeliyiz. Dante yolculuğu boyunca ruhunu bedeninde taşımaktadır; yani ölüler diyarına ölmeden ayak basmıştır. Bu tezat ilgi çekicidir zira aynı ilgiyi metin boyunca yazar bize hissettirir;
“(Kharon) Ey orada duran canlı ruh/git bunların yanından, ölü bunların hepsi.” Cehennem 3/88
“(Vergilius) Ayrıcalıklı konumlarının nedeni/senin dünyanda hala/yankılanmakta olan ünleri.” Cehennem 4/76
“Bunları anlatırken ruhlardan biri/öteki ağlıyordu; hali öyle dokundu ki/kendimden geçtim, ölüyordum sanki/yere düştüm, ölü bir beden gibi.” Cehennem 5/139
“(Bir ruh) ‘Zamanı gelmeden buraya gelen sen de kimsin?’ dedi.” Cehennem 8/33
“(Toscanalı bir ruh) Boğazı oynadığına göre, şuradaki canlı/ölüyseler eğer, nasıl edinmişler/ağır cüppe giymeme ayrıcalığını?” Cehennem 23/88
“(Bertrand de Born) Sen ki, ölüleri görmeye/gelmişsin canlı canlı/bak bakalım benden çok acı çeken var mı?” Cehennem 28/130
İlgi çekici bir diğer durum ise Dante’nin Cehennem 1/11’de “…öyle uykum gelmişti ki” söylemiyle yaptığı vurgudur. Dante yalnızca bedenin ölümü ile geçilebilecek Cehennem’e bedeni ölmeden ilerleyecektir. Ölümsüz olmadığını vurgulamak için sık sık uykuya başvurur; Cehennem 3/136 “Uykuya dalar gibi, yerde buldum kendimi”. Burada mutlak bir şey vardır o da ölümün elzemliğidir. Tüm bunların bir rüya olabileceği şüphesi ise başka bir çalışmanın konusudur. Ancak bedeni ölmeden gerçekleşen bu yolculuk Dante için kasvetlidir ve sık sık okuyucuya durumunu -duygularını ve düşüncelerini- belirtir. Lakin ilgilendiğimiz şey bunun ötesindedir. Lacan’dan yaptığımız alıntıyı tekrar anımsayalım; ölümün inanç alanına ait olması ne anlama gelebilir? İlahi Komedya üzerinden yürüttüğümüz bu soruşturma; kaygı ile ölümü bir arada okumamız için bizlere fırsat verir. Lacan (2014)’ın Anxiety’e seminerinde kaygı ile hesaplaşması tam olarak burada bizler için kıymetlidir. Bahis duygulanım olduğunda şüphenin ötesinde bizi yanıltmayacak tek duygulanımın kaygı olduğunu söylerken bastığı yeri bizler ölümün alanı olarak okuyacağız. Ölümün evrensel geçerliliği tüm şüphelerin ötesinde kati suretle bizleri yanıltmayacaktır. Ölü ölüdür. Son olarak bu bağlamda düşünürsek, Louvain Konferansı’ndan yaptığımız alıntıda öznenin, ölümün mutlaklığına bel bağlayarak hayatını katlanabilir kılmasında başvurduğu tek hakiki duygulanımın kaygı olması olağandır. Yukarıda yalnızca üstüne bastığımız uçsuz verimli topraklara daha derinlemesine girmeden evvel bir başka konuyu soruşturmamıza dahil edeceğiz. Ölümün izdüşümü olarak: kastrasyon.
Kastrasyon
Freud (2020a)’un Küçük Hans olgu öyküsü çalışıldıkça “yeni okumalara” gebe kalan bir metindir. Bu okumalardan elimizde kalanlar ise hem teorimize hem pratiğimize[10] yansır. Freud’un 1909’da yayınladığı bu olgu öyküsü kaygı ile kastrasyonun ilişkine dair pek çok şey söyler. Gerek kaygı gerekse fobi olsun semptomun kaynağına dair bir izdüşümü yakalayabiliriz (Hekimoğlu & Bilik, 2020). Freud (2020a) kaygıdan kaçınmanın yolu olarak fobiyi öne sürer, kaygıyı ise kastrasyon tehlikesiyle birlikte okur. Analizin burada yetkin olduğu yer ise ‘bastırılan’ çatışmanın kastrasyon yarattığını düşünmesidir. Lakin “Ketlemeler, Semptom ve Kaygı” metninde ise bunun tersi bir mekanizmayı ele alarak kaygının bastırmaya yol açabileceğini söyler (Freud, 2016). Ancak bizim ilgilendiğimiz alan bastırma ve kaygı arasındaki ilişkiden ziyade Freud’un Hans’ın kaygısına dair söylediği kastrasyon tehdididir. Ancak bunun ötesinde Hans’ın babası ile olan diyalogu pek mühimdir. Babasının ötesinde Sigmund Freud vardır ve Hans bunu bilmektedir. Bir diyalogunda kendi lafını keserek, “Memnunum biliyor musun, profesöre yazacağımda hep çok memnun oluyorum.” nezaketini sunar. Hans’ın bildiğine dair bilgimizi kesinleştirmek adına bir örnek daha verelim. Korkusuna dair soruşturma yürütülürken babasına, (ben) bilmiyorum yanıtını verir ancak cümlesine ‘ama’ ile devam edip (Freud’un) bilebileceğini[11] söyler; cümlenin devamında ise “… (babasına) sence bilir mi?” diye yanıtını bildiği soruyu verir. Hans’ın bulunduğu duruma tekrardan bakarsak, annenin sonsuz bir arzusunun olduğunu, ancak bir yandan tehditkâr iken, diğer yandan babanın yetersizliğine dair fantezisinin mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Bu yetersizlik önemlidir çünkü Hans’ın kaygısına dair izleri burada görebiliriz. Lacan (2014)’ın Hans’a dair yaptığı analiz kritiktir. Ona göre Hans’ı kaygılandıran kastrasyon tehditi değil, -babanın yetersizliğinden dolayı- kastre edilememe tehdittir. Annenin sonsuz arzusu karşısında nasıl bir pozisyon alacağını kestiremeyen Hans, yaşadığı çatışmaya fobi ile yanıt verecektir. Freud (2020a), Hans’ın fantezi olarak babanın evden/haneden gidişini babanın ölümü ile okumuştur. Babanın ölümü/öldürülen baba/ölmüş baba/ölü baba yasaklarını/arzusunu doğrudan kastrasyon ile baş başa bırakmaz mı? Freud (2020b)’un Darwin’in hipotezinden yola çıkarak yaptığı okumayı anımsayalım; sürgün edilen kardeşler babanın/despot babanın/şefin yasasını onu öldürerek içselleştirmişlerdir. Baba ölmüştür ancak bildirdiği yasa ortadan kalkmış yahut namevcudiyet değildir, aksine evlatlar/kardeşler tarafından yenilip sindirilmiştir. Dante’yi düşünelim, ilkin ona eşlik edecek bir usta/rehber daha sonra ise cennetten bir ruh/rehber mevcuttur. Bu hikâyede tek kadının Beatrice olması manidardır ama onu ‘anne’ olarak speküle etmemiz yersizdir. Çalışmamız boyunca buna dair kanıtlar maalesef elde edemedik ancak başka yazarların şüphesine yol açabilecek birkaç söylem mevcuttur. Bunların ortak teması ise Beatrice’n annevari bir söyleme yatkın olmasıdır (Alighieri, 2017). Ancak bizim çalışmamız maalesef burayı kapsamamaktadır.
Dante’nin Vergilius’a dair düşünceleri Cehennem 1/79’da: “Yoksa Vergilius musun sen, konuşunca/ağzından ırmaklar çağlayan?’/diye yanıt verdim, alnımda utancımla[12]/ Ey beni yazdıklarının peşinde koşturan/emeğimi, sevgimi coşturan/bütün ozanların onuru, önderi/Ustamsın, kalemimsin/bana onurlar katan/o güzel biçemi veren sensin” komedyasına nakşeder. Bizler için ilgi çekici durum ise rehber olarak Vergilius tercihidir. Vergilius tıpkı metnin yazarı gibi ozandır. Dante Alighieri kendisini Homeros, Horatius; Ovidius, Lucanus ve son olarak usta diye hitap ettiği Vergilius ile bir tutar (Borges, 2016). Cehennem 4/80, “Saygılar sunarım yüce ozana/bizden ayrılan gölgesi geri geldi/…/İyi yürekli usta[13] söze girdi/Elinde kılıcı ötekilerin önünde/krallar gibi yürüyene/iyi bak: ozanlar ozanı Homeros/ardından gelen taşlamacı Horatius/üçüncüsü Ovidius, sonuncusu Lucanus/Az önceki sesin dedikleri/her biri hak ettiği için benim gibi/yerinde davranıyor, yüceltiyorlar[14] beni”. Dante’nin konumu için Vergilius’un söylemi sürekli “yeni” şeyler üretir ancak bu yeni olan yalnızca Dante içindir. Vergilius rehberdir, ayrıca Dante’ye koruyuculuk yapan ilahi bir varlıktır. Dante henüz ilk ölüme vakıf olmadığından Cehennem onun için tekinsizdir/yersizdir/namevcut bir yerdir. İlk ölüme vakıf olmasa da ruhunun kaderini tayin eder, Cehennem 15/53’te Dante’nin “evime” diyerek vurguladığı yer Cennet’tir. Bize verilen kanıtlardan yola çıkarak düşünürsek, Dante için kastrasyon ölememesidir. İlk ölümü henüz gerçekleşmediği için sık sık düştüğü dehşeti ve korkuyu bize bildirir. Ancak Vergilius’un konumu “yetersizdir”, usta/rehber olsa da Vergilius’un ötesinde tıpkı Hans gibi Dante’de bilmediklerini muhakkak bilenin varlığını bilir. Ayrıca Vergilius bir kere de olsa kandırılmış[15] yolu kaybetmiştir.
Ölümün Alanı
Cehennem üzerine yazılan kantolara baktığımızda ruhların ıstırabını görürüz. Vergilius (Cehennem 4/19)’un, “Tanrı’nın verdiği cezaya acımaktan/daha büyük suç mu olur?” yanıtından yola çıkarak söyleyebiliriz ki, Cehennem’de bulunan ruhların orada olma sebepleri kendi günahlarıdır. Cehennemin düzeni de günaha göre şekil almıştır. Cehennemin kapısından itibaren aşağıya inildikçe konivari bir yapıyla karşılaşırız. Cehennemin katları günahın ekonomisinden ziyade yasanın söylemine/emirlerine göre yapılanmaktadır. Söylediklerimizi açacağız.
Palvus’un Romalılar 7/7’de açtığı tartışma, günah ve yasanın diyalektik içinde olmadığı yönündedir. Birinin diğerini gösterdiği doğrudur ancak tersi bizi yanılgıya düşürür. Günah yasayı işaret etmez, yasa günahı işaret eder. Böylelikle günahın ne olduğuna dair bilgimiz bizlere yasa tarafından bildirilmiştir. Romalılar 7/8’deyse günahın ölümünü Kutsal Yasa’nın namevcudiyetine bağlar (Kutsal Kitap, 2018). Günah “Das Ding” e yaklaşmaktır[16]. Bu yakınlık sürekli bir üretim yapar ancak bu üretim doğrudan veya dolaylı yoldan hazza hizmet eder. Bu yakınlaşmadan dolayı ortaya çıkan kaygı, haz ile mutabıktır. Özne için bu durum kaotik değildir. Çalışmamızın en çarpıcı iddiası burasıdır. Bunun sebebi ise bu yaklaşımın sürekliliğinden dolayıdır. Sürekli olmasının sebebi ise atfedilen nesnenin sonsuz gösterenlerden[17] oluşmasıdır. Yasa’nın yasak kıldığı şeyler sınırlı ya da kısıtlı değildir. Sadece emrin kendisi vardır ancak bir yanılgıya düşmemeliyiz; kastettiğimiz dürtünün dinamik olduğu değildir. Yasak ile alınan hazzın dinamik oluşudur. Burayı daha okunabilir kılmak adına yukarıda ele aldığımız çocuk-anne ilişkine ekleme yapmalıyız:
“Çocuk annesinin ilgisinin yegâne nesnesi olmak ister ama annenin arzusu hemen her zaman çocuğun ötesine uzanır: Onun arzusunda daima çocuktan, onun kontrolünden kaçan bir şey vardır. Çocuğun arzusu ile anneninki arasındaki katı bir özdeşlik sürdürülemez; annenin arzusunun çocuğunkinden bağımsız oluşu ikisi arasında bir eksik, bir boşluk yaratır; bu eksik çocuğun akıl sır erdiremediği eşsiz bir biçimde çalışan annenin arzusudur” (Fink, 2020).
Cehennem 5/31’de burgaç bu vazifeyi görür. Ruhları öfkeyle sürükler, döndürür; silkeler ve savurur. Cehennem 5/36’dan yola çıkarsak ruhların yasanın bu arzusuna hala akıl sır erdiremediğini bilebiliriz: “Tanrı’nın adaletine sövülüyordu burada.”
Çalışmamıza odak/adak olarak aldığımız eserin çerçevesinden değerlendirmemize devam edersek, günahın sürekliliği ya da süreksizliğinin dışında sonuçları ancak ölümün alanında karşılık[18] bulur. Bu sebeple burada bulunan ruhlar hem kendi eylemlerinden dolayı hem de yasa var olduğu için, yani günahı var eden yasa vesilesiyle buradadırlar. Pavlus’un tartışmasını anımsayalım; günahı var eden yasa idi.
Ölümün alanında bulunan ruhlar ikinci ölümle kastre olmuşlardır. Ancak bu hala hipotezimizle çelişecek bir söylem değildir. Zira Dante’nin ilk ölümü gerçekleşmediği için kastre olduğunu söylemiştik. Şimdi elimizde iki durum var: ikinci ölümleriyle kastre olan günahkâr ruhlar, ilk ölümü gerçekleşmediği için kastre olan Dante. O halde ölümün alanı için şunları söylersek, her iki durumu işaret eden şey bizi kastrasyonun gerekliliğine götürmez mi?
Çıkış
Bir durum daha var ki temas etmeden yahut ayağımızı oraya basmadan çalışmamızdan çıkış yapalım. Günahkâr olmasalar da vaftiz olmadıkları için Cehennem’in Limbus katında bulunan ruhları anımsayalım. Cehennem 4/31;
“İyi yürekli usta dedi ki/Niçin sormuyorsun gördüğün ruhların sahiplerini? /Gitmeden daha ileri, bil ki bunlar günahkâr değil/erdemleri var, ama yeterli değil/çünkü̈ senin inancının da giriş̧ kapısı/vaftizden yoksun kalmışlar/Hıristiyanlıktan önce yaşamışlar/ama Tanrı’ya gerektiği gibi tapınmamışlar/Onlardan biriyim ben de/Bu yüzden yitiğiz biz/başka bir suçtan değil, tek cezamız/ umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız.”
Tanrı’ya gerektiği gibi tapınmak için ilkin Tanrı’nın kendisini bildirmesi gerekmez mi? Yuhanna 1/1 “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi/Tanrı’daydı ve Söz Tanrı’ydı.” (Kutsal Kitap, 2018). Sözün kendisi olarak var olan Tanrı’nın, günahın varlığına dair bilgisi başlangıçtan itibaren vardır. Lakin ilkin günah değil yasak olarak vardır. Yasak olan eyleme döküldükten sonra bu, artık günah olacaktır. Âdem ağacın meyvesini yemeden evvel Tanrı ona yasağını hatta cezasını da bildirmiştir; ölümdür. Bu sebeple Pavlus’un 5/12’de dile getirdiği ölüm, insan okuması yerindedir. Lakin bizim ilgilendiğimiz bahis başkadır, vaftizdir. Limbus katındaki ruhlar bir günah işlememişlerdir; sadece yeteri kadar erdemli değillerdir ve gerektiği kadar Tanrı’ya tapınmamışlardır. Pavlus, Romalılar 12’den itibaren;
“Kutsal Yasa’yı bilmeden günah işleyenler Yasa olmadan da mahvolacaklar. Yasa’yı bildikleri halde günah işleyenlerse Yasa’yla yargılanacaklar. Çünkü Tanrı katında aklanacak olanlar Yasa’yı işitenler değil, yerine getirenlerdir. Kutsal Yasa’dan yoksun uluslar Yasa’nın gereklerini kendiliklerinden yaptıkça, Yasa’dan habersiz olsalar bile kendi yasalarını koymuş olurlar. Böylelikle Kutsal Yasa’nın gerektirdiklerinin yüreklerinde yazılı olduğunu gösterirler. Vicdanları buna tanıklık eder. Düşünceleriyse onları ya suçlar ya da savunur.” (Kutsal Kitap, 2018).
Cehennem 4/31’de yaptığımız alıntıyı hatırlayalım; “bil ki bunlar günahkâr değil”. Sadece vaftizden yoksunlardır. Pavlus’un mahvolacaklar vurgusu günahkâr olanlaradır. Vaftiz bir yandan sembolik bir alyanstır. Yasa ile insanın arasında söz aracılığıyla kurulan bir diyalog. Başlangıçta var olan Söz’ün artık kulakları vardır. İşitmek ister. Tesadüftür ki Adem’e yapılan ikaz yetersiz kalmış olmalı ki Âdem yasak olanı eyleme dökmüş ve ölüm ile cezalandırılmıştır. Ölmemiştir, ölümlü olmuştur. Limbus’ta bulunan ruhlar vaftiz olmadıkları için cezalandırılırlar çünkü erdemliğin ve tapınmanın ya da günahsız yaşamanın ötesinde yeterlilik de vardır.
Son olarak, ölümün bir nevi kastrasyon olduğunu söyleyebiliriz. Adem’in günahı ile ölüm yeryüzüne gelmiştir. Ancak Adem’in soyu da bu günah ile başlar. Ölümün alanı ise muallaktır ancak ölene dair yukarıda söylediklerimiz nesnel konumda “ölü” olarak yer bulur. Vahiy dinlerin ekseninde başlangıca dair çok şey bulabiliriz, kimi okur böyle bir okumaya karşı çıkacaktır ancak hatırlatmalıyız ki bu eksende yazılan her şey birer edebiyat ürünü olsa da mevcut yasanın temellerinde izler taşır. Hiç taşmıyorsa da ahlaki bir konumdan sürekli bizleri dürter.
Kaynakça
- Ağsar, T. C. (2020). Hatırlamak ve Es Vermek Üzerine Bir Deneme. https://www.felsefesanatpsikanaliz.com/hatirlamak-ve-es-vermek-uzerine-bir-deneme/ Erişim Tarihi: 23.05.2021
- Alighieri, D. (2017). İlahi Komedya. (R. Teksoy, Çev.) İstanbul: Oğlak Yayıncılık.
- Alighieri, D. (2020). İlahi Komedya. (S. E. Kara, Çev.) İstanbul: Alfa Yayınları.
- Borges, J. L. (2016). Dantevari Denemeler, Shakespeare’in Belleği. (P. B. Charum, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
- Fink, B. (2020). Lacancı Özne. (K. Güleç, Çev.) İstanbul: Encore Yayınları.
- Freud, S. (2016). Psikopatoloji Üzerine. (S. Budak, Çev.) İstanbul: Öteki Yayınevi.
- Freud, S. (2020a). Küçük Hans. (A. Fırat, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
- Freud, S. (2020b). Totem ve Tabu. (Z. A. Yılmazer, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
- Hekimoğlu, E., & Bilik, M. Z. (2020). Freud’dan Lacan’a Kaygı. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 7(3), 336-367.
- Kitabı Mukaddes Şirketi. (2018). Kutsal Kitap. İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları.
- Lacan, J. (2014). Anxiety, The Seminar of Jacques Lacan Book X. (A. R. Price, Trans.) Cambridge: Polity Press.
[1] “Dil duraksayan değil aksine sürekliliği olandır.” Dilin bu yapısal işlevi sürekli üretim halindedir (Ağsar, 2020).
[2] Adak kelimesinin tercih edilme sebebi söylemimizi bir yere serme niyetimizdir. Peki bu söylem burada nereye denk düşer? Tam olarak serdiğimiz yere. Öyle bir çalışma yürütülmeliyiz ki hem hakkını vermiş olalım hem de hakkını yazarında saklı tutalım.
[3] Çalışma boyunca Oğlak Yayınları’ndan çıkan Rekin Teksoy’un çevirisini kullanacağız. Okuyucuyu yormamak adına çalışma boyunca başka bir kaynağa başvurulmadıkça kaynağımızı metin içi belirtmeyeceğiz.
[4] Françoise Wolff’un 1972 yılında çektiği Jacques Lacan Parle adlı belgeseli Ümid Gurbanov Youtube sayfası için Matthias Kyska ve Onur Alptekin tarafından Jacques Lacan Konuşuyor ismiyle Türkçeleştirilmiştir. https://youtu.be/IZiOPNKb3jo (Erişim tarihi: 23.05.2021)
[5] Çalışmamıza buradan itibaren “dize” vurgusunu eklemeden devam edeceğiz.
[6] “umutsuz çığlıklar işiteceksin/acıdan kıvranan eski ruhlar göreceksin/ikinci ölümlerine bağırırken” Cehennem 1/115
[7] Cehennem 1/115
[8] Bu dipnotu düşmekle kendimi mükellef kılıyorum zira eser boyunca bazı ölülerin kendi günahlarıyla ilişkili olarak ölüp tekrar dirildiğine şahit olacağız. O halde bu sonsuz ıstırap, asıl ölüm olarak okunabilir.
[9]“…ikinci ölüm ise ruhun müebbet mahkumiyeti ve çektiği cezalardır.”
[10] Bu iki ayrım mühimdir. Zira çalışmaları yalnızca teori boyutunda bırakmak pratikten kaçmanın hoş bir yoludur. Ancak nahoş olan ise teori etrafında tekrar ve tekrar dönüp dolaşmaktır. Bunun sebebi ise yalnızca yazarın klinik çalışmalarıyla metnin sınırlı kalmasıdır. Klinikte direnç olarak adlandırabileceğimiz bu paradoks nedense yalnızca teorinin etrafında dönüp dolaşanlara ‘olması gereken’ hissiyatı verir.
[11] Freud’un (2020a) “Profesörün bildiği bir şey varsa o da, Hans’ın yüklü arabalarla oynamaya niyetlendiği bu oyunun henüz hiç dile getirmediği başka bir arzuyla simgesel bir ikame ilişkisine gireceğidir.” yanıtı ise manidardır ancak çalışmamıza dahil etmeyeceğiz.
[12] Vurgu bize ait.
[13] İyi yürekli usta: Vergilius
[14] Vurgu bize ait.
[15] “Başını eğen rehberim bir süre öyle kaldı/sonra: ‘Burada günahkarları şişleyen kişi/yalan söylemiş demek ki bize’ dedi.” Cehennem 23/139
[16] Örtüşme, üst üste gelme yahut yerine geçe yerine yakınlık üzerinden yaptığımız okuma şahsıma değil Psikanalist Mehmet Mansur’a aittir.
[17] Öyle bir şey düşünelim ki “Aradığım tam olarak (alternatifi olmayan) buydu!” diyebilesiniz.
[18] Vurguladığımız “karşılık” kelimesi riskli bir kelimedir. Okuyucunun aklına doğrudan “vicdan” gelecektir. Ancak bu hudutta gelen çağrışımlarımızı başka çalışmalara saklamak zorundayız. Çalışmamızı maalesef odak/adak olarak seçtiğimiz komedya ile sınırlı tutacağız. Bunun gerekliliği işin içinden çıkamayacak olmamız değil, fazlasının büyük eserlere gebe olabileceğindendir. Zira hemfikiriz ki günahı var eden yasayı bizler içselleştirmişizdir. Bu şu demek oluyor, eğer günahın karşılığı ölümün ötesinde ise ölümün ötesindeki karşılığı kabul ederek günah işliyoruz. O halde ölümün ötesinde bizi bekleyen şeyin ceza manası anlamsız kalıyor. Ayrıca günümüz psikopatolojilerinde içsel hesaplaşmaları sık sık işitiriz. Günahın izahı yaparken ele alış şeklimiz gayet semptomun tasvirine uygun şekildedir. Bu kapsamda yas ve melankoli kliniğini düşünebiliriz. Getirilebilecek itirazlar kıymetlidir ve üstüne tekrar tekrar çalışılmalıdır. Bizler ise gelebilecek itirazın başka bir şekilde ifade edilişine gelebilecek itiraz olarak bu metni yazıyor olabiliriz.